18 Nisan 2012 Çarşamba

Abdülhamid, İttihatçılar ve Kissinger!

Türkiye'de Suriye'ye karşı kamuoyu öfkesinin her gün biraz daha kabartıldığı kritik bir süreçten geçiyoruz.

Ortada bir belirsizlik var, bir yandan Suriye nerede sona ereceği bilinmeyen bir iç savaşa giderken, diğer yandan birileri Türkiye'yi ateşin içine atmaya çalışıyor. Bu ateşin Suriye, Lübnan, Irak ve İran'ı içine alacak kadar kapsamı geniştir.

600 yıllık koca Osmanlı devletinin çökmesine birinci derecede sebep olan İttihatçılar, Alman-Prusya subaylarının provokasyonuna gelmişlerdi; akılsızlıkları, basiretsizlikleri yüzünden Osmanlı dağıldı. Farazidir, ama o günün somut verileri ışığında baktığımızda eğer Abdülhamid tahtta kalsaydı, Osmanlı belki ağır hasar alırdı, ama dağılmazdı. Abdülhamid, mümkün mertebe devletin ömrünü uzatıp bu arada modernleştirme programlarıyla sistemi takviye etmeye çalışırken, başına çorap örecek tehditlere yeterince dikkat etmedi. Said Nursi'den Elmalılı'ya ve Mehmet Akif'e kadar İslamcılardan kimseye kulak asmadı, sonunda tahtından oldu, devleti İttihatçı çeteye teslim etti. Dindardı, İttihad-ı İslam'dan yanaydı ama sonunu getirenleri dinliyordu.

Maalesef bugün de geçen yüzyılın -üstelik ilk çeyreğindeki gibi- devleti yıkıma götüren İttihatçılarının ideolojik ve siyasi torunları dış politika üzerinde belli belirsiz etkinlik sağlamak suretiyle Türkiye'yi aynı maceraperest heveslerle ateşin içine atmak istiyorlar. Buna kendine aşırı güven ve kibre kapılmış olanlar da eklenince, Türkiye'yi Saddam'ın Irak'ı pozisyonuna düşürmeye çalışanların planları daha kolay işler hale gelmektedir.

Oysa olup biten görünenden ibaret değildir.

10 Nisan tarihli yazısında Yeni Şafak'ta Salih Tuna, Amerikalı emekli Orgeneral Wesley Clark'ın şahitliğinden hareketle 2001'den beri ABD ve Anglosakson ittifakının Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve İran'ı işgal etmeye karar verip buna göre bölgesel stratejiler ve politik taktikler geliştirdiklerini yazdı. Benzer bir bilgi geçenlerde ünlü yazar Abdülbari Atwan'dan da gelmişti. Atwan şöyle yazıyordu: "Eski Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın açıklamalarına göre savaş petrol alanlarında odaklanacak ve yedi İslam ülkesi işgal edilecek." (Eş Şarku'l Evsat'tan Yeni Şafak, 13 Şubat 2012.)

Zaman Gazetesi için yazı kaleme alan Genevieve Cora Fraser, 1980'lerde başlayan ve 1 milyon insanın hayatına mal olan İran-Irak savaşıyla ilgili Kissinger'ın şöyle dediğini aktarır: "Bizim politikamız onların birbirini öldürmelerini sağlamaktı." Fraser devam eder: "Aynı Amerikan politikasının bugün de uygulandığı aşikar ve bunu gerçekleştirmek için Anglo-Amerikan güçleri kadar İsrail ve diğer müttefikleri de yakınlarda bir yerlerde konuşlanmış olmalılar ki gerektiğinde yardıma koşabilsinler..." (Zaman, 29 Ekim 2006.)

Pekiyi, bu kombinezonda bizlerin, yani Türkiye'nin rolü ve konumu nedir? İsterseniz yine Henry Kissinger'a müracaat edelim. Geçen ekim ayında İstanbul'da konferans veren Kissinger, ABD'nin dominant olduğu bölgede biraz geri çekildiğini belirttikten sonra şöyle diyordu: "Ama (Amerika'nın) yok olduğunu da varsaymak yanlış olur. Amerika'nın hâlâ çıkarları var. Bence ABD sonuçta toparlanacaktır, burada Türkiye'nin oynayabileceği çok önemli roller var. Suriye'de bazı çabalar gördük. Nükleer silahların yayılması konusunda Türkiye ve ABD'nin paralel çıkarları var. Füzesavar sistemi de İran'a yöneliktir." (Habertürk, 13 Ekim 2011.)

Anglosakson ittifakın yol haritası ortada. Yedi İslam ülkesi işgal edilecek. Ve Türkiye bu bölgesel büyük operasyonda işgalcilerin yanında yer almaya zorlanacak. Bunun bir vehim veya üretilmiş bir komplo olmadığını Afganistan, Irak ve Libya'dan anlıyoruz. Suriye ve İran sırada. Hiçbir işgal, hakim kuvvetlerin o ülkeye girmesiyle sona ermiyor. İçine aldığı toprakları cehenneme çeviriyor, bütün yapı taşlarını yerinden ediyor ve bir süre sonra işgalciler pılını pırtısını toplayıp gitse bile geriye mezhep ve etnik çatışma bırakıyor. Umarım Abdülhamid'in hatasına düşmeyiz; Kissinger'ın provokasyonlarına ve İttihatçıların macera heveslerine kapılıp tarihi tekerrür ettirmeyiz.

Ali Bulaç

a.bulac@zaman.com.tr

12 Nisan 2012, Perşembe

17 Nisan 2012 Salı

27 Mayıs, Kürtler ve Şark Islahat Planı Kararnamesi

Ümit FIRAT
İstanbul - BİA Haber Merkezi
26 Mayıs 2008, Pazartesi

27 Mayıs darbesi olduğunda ortaokul üçüncü sınıftaydım ve henüz Türkiye'de olup biten şeyleri, nedenlerini vs. sorgulayıp değerlendirecek durumda değildim.

Ama fazla zaman geçmeden ve günlük hayatımızdaki bazı değişikliklerle nedenlerini kavrayamasak da sonuçlarını görmeye başladık.

Bu darbeyle Kürtler için bir hayli "yenilik" ve uygulamalar da getirildi. İsyan ve ayaklanmalar sonrası uygulanan etkili ve sert politikalara bir süre ara verilmiş; bir süredir biraz da olsa sakinleşmiş olan bölgede bazı kıpırdanmalar olabileceğine dair algılar gelişmişti. Ülkeyi bir uçurumun kenarından kurtaran kurtarıcılar böyle hissediyorlarmış.
1925 Şark Islahat Planı Kararnamesi

İlk olarak 24 Eylül 1925 tarihli ve "Gayet mahremdir" ibaresi taşıyan Şark Islahat Planı Kararnamesi ile iki madde uygulamaya kondu:
"Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan bervech-i âtî Malatya, Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Behinsi (Besni), Arga (Akçadağ), Hekimhan, Birecik, Çermik, vilayet ve kaza merkezlerinde hükûmet ve belediye dairelerinde ve sair mücessesat ve teşkilâtta, mekteplerde, çarşı ve pazarlarda Türkçeden maada lisan kullananlar evâmir-i hükûmete ve belediyeye muhalif ve mukavemet cürmile tecziye edilirler." (Madde 13)

"Fırat garbındaki vilayetlerimizin bazı akvamında dağınık bir surette yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşmaları behemahal men edilmeli ve kız mekteplerine ehemmiyet verilerek kadınların Türkçe konuşmaları temin olunmalıdır." (Madde 16)

Nitekim bu takıntı 12 Eylül 1980 darbecilerinde de devam etmiş, bu kez de 19.10.1983 tarih ve 2932 sayılı "Türkçe'den Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun"un 2. maddesinde de "Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dilde düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır" hükmü konulmuştu.
"Vatandaş Türkçe Konuş"

Tekrar konumuza dönersek, bu hükümlerde de açıkça belirtilmesine rağmen başaramadıkları ve her nasılsa 1930'lu ve 40'lı yıllarda akıl edemedikleri bir şeyleri hemen uygulamaya koydular ve bu kez "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyası ile cadde, sokak, kapı, duvar v.s. ne bulurlarsa her tarafa afişler yapıştırdılar.

Köy ve mıntıka isimlerinin Türkçe olmayanları, "Milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve adetlerimize uygun düşmeyen, kamuoyunu inciten adların değiştirileceği" hakkında 1587 sayılı bir kanun çıkarıldı. Sonra da her nasılsa Türkçe olan belki birkaçı hariç olmak üzere, hemen hemen tümünün isimleri değiştirilerek uydurulan bir takım Türkçe adlarla değiştirildi.

Keza aynı kararname Madde 14'te de "Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe temessül etmek (benzemek) üzere olan bulunan mevkide ve Siirt, Mardin, Savur, gibi ahalisi Arapça konuşan mahallerde Türk Ocakları ve mektep açılması ve bilhassa her türlü fedakârlık iktiham olunarak (gösterilerek) mükemmel kız mekteplere rağbetlerinin suveri adîde (fazla miktarda) ile temîni lazımdır. Hassaten Dersim, tercihan ve müstacalen (acil olarak) leyli iptidailer (yatılı ilkokullar) açılmak suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel kurtarılmalıdır."

Bu hükümden de beklenen netice alınamamış olmalı ki bu kez bölgedeki Kürt çocukların daha hızlı ve sistemli bir asimilasyona sokulabilmesi için 5 Ocak 1961 tarihli ve 22 sayılı bir yasa çıkarılarak 60 civarında Yatılı Bölge İlkokulu açıldı.
27 Mayıs'ın ürünleri

Yine 27 Mayıs askeri darbe döneminin ürünü olarak 1961 Anayasası ile Türk, Türk Milleti, Türk Devleti gibi kavramlar birçok maddede öne çıkarılmış; önceki Anayasada "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" hükmü Madde 4 ile "Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir" biçiminde değiştirilmiş; Madde 54'te ise vatandaşlık tanımında da "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" gibi tanımlamalar getirilmiştir.

Darbe sonrasında "Doğu'daki vaziyetin çığırından çıktığı" iddia ediliyordu. Demokrat Parti (DP) içersinde bir Kürdistan Hükümeti tesis etmek üzere çalışmalar yapılıyormuş. 27 Mayıs sabahında Silvan'da ilk iş olarak bir evin çatısına Türk bayrağı çekilmiş ve bunu da "Biraz daha geç kalsaydık, Türk vatanı elden gidecekti" diye açıklamışlardı.

Milli Birlik Komitesi, 1 Haziran 1960'ta yani darbeden sadece dört gün sonra birçoğu çevrelerinde saygınlık kazanmış ve aralarında Faik Bucak'ın da bulunduğu 485 Kürt şahsiyetini gözaltına alıp Sivas'ta bir sürgün kampında topladı.

19 Ekim 1960'ta da bir sürgün kanunu çıkararak bu 485 kişiden kendileri için daha tehlikeli görülen ve yasal olarak hiçbir suça karışmamış olan 55'ini Sivas'tan alarak, Antalya, Burdur, İzmir, Muğla, Afyon, Isparta, Manisa, Çorum, Denizli vilayetlerinde sürgüne tabi tuttu.
Bakanlık Kürtleri inkar eden bir kitap yayımladı

Milli Eğitim Bakanlığı, M. Şerif Fırat'ın "Doğu İlleri ve Varto Tarihi" isimli, hiçbir bilimselliği olmayan ve sadece Kürtlerin inkarını amaçlayan "kitabı" Cemal Gürsel'in "Sunuş" yazısı ile yeniden yayınladı.

Cemal Gürsel yazdığı Sunuş'ta "…Bugün Milli Eğitim Bakanlığımızca ikinci baskısı yapılan bu eserin, bütün Türk aydınları tarafından okunması büyük faydalar sağlayacaktır. Çünkü bu eser, Doğu Anadolu'da oturan, Türkçe'ye benzemeyen bir dil konuştukları için kendilerini Türk'ten ayrı sayan, bilgisizliğimiz yüzünden bizim de öyle sandığımız vatandaşlarımızın, su katılmamış Türk olduklarını bir kere daha ispat etmektedir. Hem de inkarına imkan olmayan delillerle."

Muhafazakar çevreler darbeyi alenen kendilerine karşı olması nedeniyle onaylamazken, solcu ve Kemalist çevreler çevreyi desteklediler. Eski sol anlayış ve değerlendirmelerden uzaklaşan ve son yıllarda hiçbir askeri darbenin meşruiyet ve haklılığı olmadığını savunan insanların giderek artıyor olması Kürtler açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.
"27 Mayıs'ı maaşını az bulan subaylar yaptı"

Dolayısıyla, 27 Mayıs darbesini yapanların "Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır" biçimindeki darbe gerekçelerini ciddiye alınacak hiçbir dayanağı yoktur.

Darbeyi, silahlı kuvvetler içersinde değişik rütbeli subaylarca kurulmuş bir çetenin iktidar gaspı ve askeri vesayet rejiminin kurumlaşması olarak değerlendirmek gerekir.

Tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık'a göre ise, "27 Mayıs'ı, maaşını az bulan subaylar yaptı". (ÜF/GG)

13 Nisan 2012 Cuma

Roni Margulies, 11 Nisan 2012, taraf Gazetesi.

Önce şaşırır.

Anayasa referandumu sırasında “Hayır” oyu çıkması için çabalayan bir kesim solcunun, yani Evren’in yargılanmasını engelleyen Geçici 15. Madde’nin kaldırılmasına karşı çıkanların şimdi mahkeme salonu önünde gösteri yapmasını biraz garip bulur.

“Bu hükümet Evren’i ve 12 Eylül’ü yargılamayacak, hiç niyeti yok, referandum bir kandırmaca, zaten zamanaşımı nedeniyle yargılanamaz” diyenlerin, şimdi “Pardon, yanılmışız, halt etmişiz” demeye gerek bile duymadan davaya müdahil olmasını biraz garip bulur.

Sonra bu müdahillerin, örneğin eski Dev-Yol lideri, şimdiki ÖDP’nin ruhu olan Oğuzhan Müftüoğlu’nun bu garip durumu nasıl izah ettiğini okuyunca hepten şaşkınlığa kapılır.

“Referandum’da Geçici 15. Madde’nin oylanmadığını, niyetin başka bir şey olduğunu artık bu ülkede yaşayan aklı başında olan herkes biliyor.. Benim müdahil olmama gelince, biz orada yaşanan tiyatroyu bozmak için mahkemedeydik” demiş Müftüoğlu.

Allah Allah! Madem tiyatro, niye katılıyorsun? Katılarak nasıl bozmuş oluyorsun tiyatroyu?

“Davanın açıldığı günden bu yana bu davanın 12 Eylül darbesi ile hesaplaşamayacağını açıkça söyledik.. 12 Eylül cuntasının aslen emekçilere, devrimcilere ve tüm halka karşı yapıldığını görmeniz gerekir. Eğer süreci böyle algılarsanız yargılamayı ve hesaplaşmayı 12 Eylül zihniyetinin ürünü olan AKP’nin değil, yeni devrimci bir kurucu iradenin yapabileceğini anlarsınız” demiş Müftüoğlu.

Allah Allah! Yeni bir devrimci kurucu irade oluşmak üzere de bizim haberimiz mi olmadı? Yok, hemen haftaya oluşmayacaksa bu yeni devrimci irade, onu beklerken neler yapmamızı önerir acaba Müftüoğlu?

Kenan Evren’i yargılamayalım, çünkü yeni devrimci iradeyi bekliyoruz, o yargılayacak.

Ergenekoncuları, JİTEMcileri, faili meçhul cinayetler işleyen katilleri, Hrant’ın katillerini yargılamayalım, çünkü yeni devrimci iradeyi bekliyoruz, o yargılayacak. Hatta Veli Küçük’ü, Şener Eruygur’u, Çetin Doğan’ı derhal salıverelim, yeni devrimci irade oluşmadan önce tutuklandıkları için özür dileyelim. Zavallı Küçük beş yıldır haksız yere hapis yatıyor.

Yeni devrimci irade oluşmadan Kürt sorununda barış filan da olmaz. Barış talebinden vazgeçelim, devrimci iradeyi bekleyelim, barışı o getirir.

Emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarında herhangi bir iyileşme, sendikal haklarında herhangi bir gelişme talep etmek de anlamsızdır. Bırakalım böyle talepleri, bu talepler için mücadele etmeyi. Devrimci irade ortaya çıktığında bu meseleler de çözülür. Bekleriz.

Anlaşılan, insan “keskin sosyalist” olunca ufak tefek işlerle ilgilenmez, sadece devrim için mücadele eder. Ama herkesin ilgilendiği, somut, güncel işlerle ilgilenmeden devrim için mücadele etmek ne demektir, ne anlama gelir, bunu anlamak zor.

Bir de şöyle demiş Müftüoğlu:

“12 Eylül darbesinin gerçek başarısı burada yatıyor. Başlayan ve biten bir süreç değil, yukarıdan aşağıya toplumun her gözesine nüfus eden bir süreç oldu. Toplumu felç etti. Bu yüzden 12 Eylül Türkiye halklarına karşı işlenen bir suçtur. Vatana ihanettir ve onunla yargılanmalılar.”

Allah Allah! Yine şaşıracaktır “normal” insan.

Düşünecektir, “Karl Marx değil miydi ‘İşçi sınıfının vatanı yoktur’ diyen?”

Merak edecektir: “Sosyalist olduğunu iddia eden bir adam ‘vatana ihanet’ kavramını nasıl kullanabilir? Sosyalistlerin bu tür kavramlara yabancı olması gerekmez mi? Acaba bu Müftüoğlu sosyalizmden ziyade milliyetçiliğe, Kemalizm’e yakın olmasın? Generallerin yargılanmasından bu nedenle mi rahatsız oluyor acaba?”



Roni Margulies, 11 Nisan 2012, taraf Gazetesi.

ronmargulies@btinternet.com