22 Haziran 2015 Pazartesi

Bir mekân okuması olarak 'Yeni Türkiye'nin 'Ak Saray'ı - Yahya Düzenli


Ak Saray'ın asıl tartışılması gereken yönü; maliyeti, büyüklüğü veya kaç odalı olduğu değil, tarihsel mimari köklerinden beslenen yeni dallar halinde dünü bugüne taşıyan, bugünü yarına bağlayan bir mimari vasfının olmamasıdır.

Tartışmaların sıkça bağlamından koptuğu, kopunca da neyin niçin tartışıldığının anlaşılmadığı tuhaf bir siyasi gündemimiz var. Yağmurun yağışında bile siyasi sebep arayan siyasetçiler ve medya yorumcularının mebzul miktarda bulunduğu Türkiye gibi bir ülkede neyi tartışırsanız tartışın, tartışılan şeyden uzaklaşıyor, sonuçta anlamsız bir finalle neyi niçin tartıştığınızın hesabını veremiyorsunuz. Belki de bütün bu tartışmalar, tartışılan konuları anlamsızlaştırmak içindir, kim bilir?
Böyle bir genellemeyi niçin yaptık?
Son haftaların en popüler konusu haline gelen Ak Saray, nam-ı diğer Cumhurbaşkanlığı Sarayı tartışmalarına baktığımızda, körün fil tarifine benzer bir tartışma zemini görüyoruz. Kim hangi yanıyla ele alıyorsa, peşin hükmüne uygun bir sonuca varıyor.
Önceleri, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) adına izafeten, "Ak Saray", bugünlerde ise "Cumhurbaşkanlığı Sarayı" olarak adlandırılan yapının, resmi söylemlere Cumhurbaşkanlığı, siyasi söylemlere ise Ak Saray şeklinde yerleşeceği anlaşılıyor.
Halen üzerinde yoğun spekülasyonların sürdüğü Saray'ın gerekli olup olmadığından maliyetine, inşa edildiği Atatürk Orman Çiftliği arazisinin statüsünden mimarisine kadar birçok yorum yapıldı, yapılıyor. İsminden yola çıkılarak yorumlar daha da çeşitlendirilip çeşnilendirilerek ABD'nin Beyaz Saray'ı, Timur'un Semerkant'taki Ak Saray'ı ile ilişkilendiriliyor.
İşin bu tarafı, adeta bir toz bulutu yoğunlaşması gibi önümüzü görmemizi engelleyeceğinden, daha anlaşılır kılınmasına yardımcı olmak için konuyu tarihi bağlamda ele almayı daha yararlı görüyoruz. Asıl değinilmesi gereken husus da budur.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişam devri olan 15. yüzyılda (1478) Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Topkapı ve 19. yüzyılda (1856) Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayları üzerinden bir okumanın uygun olacağını düşünüyoruz. Semboller üzerinden bir okumanın, bazı zihniyet kodlarını ele vereceğini biliyoruz.
Çünkü Topkapı, şahsiyet ve yükselme devrinin; Dolmabahçe ise çözülme ve yabancılaşma devrinin ürünü olup dönemlerinin devlet idaresi konseptlerinin mekana yansıması olarak inşa edilmiştir.
Necip Fazıl Kısakürek'in "içine kapanık, sağır, derinliğine manalı ve en asîl vakar çizgileriyle mühürlü şahsiyet âbidesi" dediği Topkapı Sarayı'na mukabil Dolmabahçe Sarayı; "inhitat tarihimizin İstanbul ve şehir kadrosunda en parlak tezahürüdür. Kışır üstü Avrupalılaşma fekaletinin ilk eseri…" olarak halen fiziki varlığıyla İstanbul'un antik eşya stoğunda bulunuyor.
Peki, 21. yüzyılın Türkiye'sinde 2023 hedeflerinden bahseden Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) Yeni Türkiye'sinin ilk ve en önemli sembollerinden olan Ak Saray neyi temsil etmekte, hangi mesajı vermektedir? Veya gerçekten bu mekân üzerinden bir mesaj verilmek istenmekte midir? Kimi ağızlarca buranın devletin prestijini, itibarını artırıcı bir mekân olarak yapıldığının söylenmesi, hâlâ "Dolmabahçe dönemi" kompleksleri ile malûl bir bilinçaltının kendisini "eklektik bir kamu binası" ile ortaya koyma çabası mıdır?
Öyle anlaşılıyor ki, uzun süredir düşük yoğunluklu olarak zaman zaman gündeme gelen başkanlık sistemi tartışmaları önümüzdeki dönemde de sürecek; Ak Saray'ın, "Yeni Türkiye'nin Başkanlık Sarayı" olarak hazırlandığı söylenecektir.
Ancak, şehir ve mimaride dudak tiryakiliğini aşamamış Osmanlı ve Selçuklu söylemlerini sık sık müşahede ettiğimiz iktidarın, ne yazık ki mimaride tarihsel sürekliliği devam ettirici bir üslûba, muhtevaya ve bakış açısına sahip olmadığı anlaşılıyor. Eğer olsaydı, 12 yıllık tek parti iktidarının imkân ve fırsatları, TOKİ (Toplu Konut İdaresi Başkanlığı) eliyle heder edilmez ve Türkiye, yeni yüzyılda şehir ve mimaride örnek bir model ortaya koyabilirdi.
Bu konuda samimi ve şuurlu bir niyetin olmadığının bir diğer karinesi, rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever'in ortaya koyduğu mimari eserler, yapılar ve kitapların maalesef göz ardı edilmiş, bu büyük hazineden yararlanılmamış olmasıdır.
Söylemlerinde -vurgulu biçiminde- sürekli tarih ve coğrafyanın yüklediği sorumluluklara gönderme yapan, tarihi mimariden söz eden iktidarın, mimari tasarım olarak Ak Saray konusunda tarihi sürekliğini ima eden bir çizgi izlediği söylenebilir mi? Hayır! Çünkü iktidarın ne bu yönde bir hazırlığı, ne de kendi tarihi şehir birikiminin genetiği üzerinde kafa yoran kadroları var.
Biraz geriye gidelim…
...
devamı için tıklayınız